En kısa zamanda ders notları eklenecektir!
Orhan YILDIRAN
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Deyimler – O – Ö

 

Ocağı kör kalmak: Soyunu sürdürecek çocuğu bulanmamak, soyu tükenmiş olmak. Ocağına düşmek: Birine yardım etmesi için yalvarmak, koruması için sığınmak.”Ocağına düştüm ağam, beni bu işten ancak sen kurtarırsın!” 

Ocağına incir dikmek:
 Birinin evini barkını dağıtmak, düzenini alt üst etmek, yuvasını yıkıp toparlanamaz hâle getirmek.”Bende senin ocağına incir dikmezsem dedi ama dediğine pişman oldu.” 

Ocağını söndürmek:
 Ailenin dağılmasına sebep olmak, çoluk çocuğunu yok etmek.”Ocağımı söndürdü katiller!” 

Oğul balı:
 
1. Evlât, evlâdın ana babaya yansıyan geliri. 
2. Oğul arılarının yaptığı bal. Oğul vermek: Oğul arılarının bir bölüğü kovandan ayrılıp başka bir kovana gitmek, yeni bir oğul arısı topluluğu meydana getirmek. 

Okkalı kahve:
 
Bol kahve ile yapılmış ve büyük fincana konmuş kahve.”Bir okkalı kahve daha çek usta!”

Okka çekmek:
 Hacminden daha fazla ağır gelmek. 
 
Okkanın altına girmek: Haksız yere eziyet çekmek, zarar ve ceza görmek.”Uyanık ol da okkanın altına gireyim deme, tamam mı?” 

Ok yaydan çıkmak:
 
Geri dönülemeyecek bir iş yapmak, söz söylemek ya da bir harekette bulunmak.”Ok yaydan çıktı bir kere, çaresiz dövüşeceğiz.” Ola ki…: Belki olur ya, olabilir ki…”Ola ki bir daha karşılaşırız.” 

Olan biten:
Olup geçenler, olanların hepsi, meydana gelenler.”Olan bitenden hiç haberim olmadı.” 

Oldu bittiye getirmek:
 Emrivaki yapmak, geri dönülmesi güç ve imkânsız bir durum oluşturmak.”Oldu bittiye getirerek tarlayı satın aldılar.” 

Oldum bittim (veya oldum olası): 
Başından beri, öteden beri, ilk zamandan beri, kendimi bildiğimden beri.”Oldum bittim kızarım bu adamlara.” 

Oldu olacak kırıldı nacak: “
Olanlar oldu, iş işten geçti, olanlar geri dönülemeyecek bir durum aldı, bunu kabul etmek gerek” anlamında kullanılır. 

Olmayacak duaya amin demek
: 
Sonuç vermeyecek bir işle uğraşmak ya da buna destek vermek.
 
Olur olmaz: 
1. Meydana gelmesinden hemen sonra. 
2. Rast gele, sıradan. 
3. Gerekli gereksiz, yerli yersiz, önemli önemsiz durumu gözetilmeden yapılan (iş) ya da söylenen (söz). 

Oluruna bırakmak: 
Bir işin yapılabildiği, olabildiği kadarıyla yetinmek, müdahale etmeden bekleyip sonucuna ne olursa olsun razı olmak.”Artık oluruna bıraktık işi.” 

Omuz omuza:
 
1. Birbirine destek vererek, dayanışarak. 
2. Yan yana, çok sıkışık.”Omuz omuza vererek bu zorluğun altından kalkmamız mümkün.” 

Omuz silkmek:
 Aldırmamak, önem vermemek, benimsememek.”Sana bunu alacağım dedim ama o, omuz silkti.” 

On parmağında on kara: İnsanlara leke sürmeyi, kara çalmayı, iftira atmayı huy edinmiş (kimse). 

On parmağında on marifet:
Çok hünerli, becerikli, ustalığı çok, elinden her iş gelir. 

Onuruna dokunmak:
 Onurunu, haysiyetini incitmek.”Dikkatli ol, birinin onuruna dokunacak iş yapma.”

Oralarda (oralı) olmamak: Anlamamış, sezmemiş gibi davranmak.”O sözler ona söyleniyordu ama hiç oralı olmadı.” 

Ortada kalmak:
 
1. Yersiz yurtsuz kalmak, barınacak yer bulamamak. 
2. İki şey arasında kalmak. 
3. (Bir şeyi) kimse üzerine almamak.”Belediye evlerini yıkınca çoluk çocuk öylece ortada kaldılar.” 

Ortadan kalkmak:
 
1. Görünmez, bulunmaz olmak. 
2. Yok olmak.”Sis ortadan kalktı.” 

Ortadan kaybolmak: 
Nereye gittiği bilinmemek, sezdirmeden gitmek, görünmez hâle
gelmek.”Ali ortadan kayboldu.”
 

Orta hâlli:
 Ne zengin ne yoksul, ne iyi ne kötü, ne çirkin ne güzel.”Onlar orta hâlli bir ailedirler.” 

Ortalığı birbirine katmak:
 Kargaşa çıkarmak, herkesi birbirine düşürmek.”Şimdi gelip ortalığı birbirine katacak diye korkuyorum.” 

Ortalık düzelmek: Tedirginlik kalmamak, toplum içindeki karışıklık yok olmak.”Çok şükür ortalık düzeldi.” 

Ortalık karışmak:
 Kargaşa çıkmak, toplumda düzensizlik baş göstermek.”Ortalık yine karıştı, insanlar birbirine girdi.” 

Orta malı:
1. Herkesin yararlandığı (şey).
2. Her isteyenle ilişkide bulunan.”Benim bisikletim orta malı mı ki herkes binmeye çalışıyor.” 

Ortaya dökmek:
 
1. Gizli olan ne varsa açıklamak. 
2. Çıkarıp göstermek.”Bütün sırlarını ortaya dökmek için harekete geçti.” 

O tarakta bezi olmamak
: 
Bir şeyle, bir işle ilişiği bulunmamak, o şeyle ilgilenmemek.”O
tarakta bezi olacağını hiç sanmam.”
 

Ot yoldurmak
: 
Çok güçlük çıkarmak, zor bir iş gördürmek, çok uğraştırmak. 

Oya koymak: Bir işin sonucunu belirlemek üzere oy verilmesini istemek, oylama yoluyla bir topluluğun görüşünü almak.”Bu görüşü oya koymayı teklif ediyorum, kabul edenler el kaldırsınlar.” 

Oy birliği: 
Bir toplantıya katılan, bir meseleyi konuşan kimselerin aynı düşüncede olup aynı yönde oy kullanmaları.”Sınıf başkanını oy birliği ile seçtik.” 

Oyuna gelmek:
 Aldatılmak, tuzağa düşürülmek.”Onların oyununa gelmemeye çalış, dikkatli
ol.” Oyunbozanlık etmek: Mızıkçılık etmek, birlikte yapılması gereken işten tek taraflı vazgeçmek.”Oyunbozanlık etme de gel birlikte eğlenelim.”
 

Oyun etmek:
 
Aldatmak, kurnazlıkla birini tuzağa düşürmek.”Bana kötü bir oyun ettiler.” 
 
Ö
 
 
Öbür (öteki) dünya: Ahiret, insanların öldükten sonra gidecekleri ve ebedî olarak kalacakları âlem.”Öteki dünyada inşallah yüzümüz güler.” 

Ö
ç almak:
Yapılan bir kötülüğün acısını aynı derecede bir kötülük yaparak çıkarmak.”Öç alma fikrinden vazgeçirmeliyiz onu.” 

Ödü patlamak:
 Ani bir olay sebebiyle çok korkmak.”Fareden ödüm kopar.” 

Öküzün altında buzağı aramak: 
Kimi sebepler, bahaneler uydurarak suç ve suçlu bulma çabasında olmak. 

Öküz öldü, ortaklık bozuldu:
 Aradaki yakınlık dayanağı kalktı, yakınlık da kalmadı. 

Ölçüyü kaçırmak:
 
Uygun derecenin üstüne çıkmak, aşırı gitmek,”Sofraya her oturuşunda ölçüyü kaçırırdı.” 

Ölme eşeğim ölme (yaza yonca bitecek): Umutsuz bir bekleyişi anlatmak için kullanılır. 

Ölmek var, dönmek yok: 
“Neye mal olursa olsun, iş sonuna kadar götürülecektir, yapılmasından kaçınılmayacaktır” anlamında kullanılır.”Özgürlük yolunda ölmek var, dönmek yok bize.” 

Ölü fiyatına: Yok pahasına, değerinden çok ucuza, az bir para ile.”Arsaları ölü fiyatına satmak zorunda kaldık.” 

Ölü mevsim: 
İşin veya alışverişin az olduğu, durgun geçtiği zaman dilimi.”Bizim iş en ölü mevsimini yaşıyor.” 

Ölüm Allah`ın emri:
 
1. Herkes ölecek, ölüm mukadderdir. 
2. Kesin karar verme durumunda kullanılır. 

Ölümü göze almak:
 Yaptığı iş uğruna ölmekten korkmamak, yürekli davranmak.”Allah yolunda ölümü göze aldı yiğitler.” 

Ölümüne susamak: 
Yapmakta olduğu tehlikeli işte ölümü kendi üzerine çekecek davranışta bulunmak.”Ölümüne mi susadın, çekil şu arabanın önünden!” 

Ölüp ölüp dirilmek:
 
1. Çok ağır bir hastalıktan kurtulmak. 
2. Ard arda gelen sıkıntılı, acı veren durumlara düşmek. 

Ölür müsün, öldürür müsün?: “
Öyle ters bir iş yaptı ki ona mı ceza vermeliyim kendime mi?” anlamında kullanılır. 

Ömrü billah: 
Hiçbir zaman, ya da şimdiye kadar.”Ömrü billah yalan söylememiştir o.” 

Ömrüne bereket:
 “Var ol, sağ ol, ömrün uzun olsun” anlamında kullanılır. 

Ömrü vefa etmemek: Bir şeye kavuşamadan, bir sonuca ulaşamadan ölmek.”Okulunu bitirip doktor olacaktı ama ömrü vefa etmedi.” 

Ömür adam:
 
Beğenilen, çok hoşa giden, değişik düşünceleri olan adam. 

Ömür çürütmek: Uzun süre bir şey için emek vermiş olmak, ya da boşuna zaman harcamış olmak.”Bu ev için bir ömür çürüttüm ben.” 

Ömür sürmek:
 İyi ve rahat yaşamış olmak.”Uzun bir ömür sürdü dedem.” 

Ömür törpüsü: 
İnsanı yıpratan, yoran, sıkıntıya sokan, uzun ve yorucu iş. 

Ön ayak olmak: 
Bir işin yapılmasında ilk başlayan olup herkesi arkasından sürüklemek.”Haydi ön ayak olda koşsunlar biraz.” 

Öne düşmek:
 
1. Önderlik ya da kılavuzluk etmek. 
2. En önde yürümek. 

Önüne gelen:
 
Olur olmaz kimse, herkes, karşısına çıkan.”Önüne gelene sordu ama bulamadı.” 

Öpüp başına koymak:
 
Bir şeyi minnetle karşılamak, seve seve kabul etmek.”Adam sana iş verecekmiş, daha ne istiyorsun, öpüp başına koy.” 

Örtbas etmek: 
Kötü bir durumu gizlemek, yayılmasını önlemek.”Dairede yapılan yolsuzlukları örtbas edeceklerini sandılar.” 

Örümcek kafalı:
 Geri düşünceli, yenilikleri kolay kabul etmeyen (kimse). 

Öteden beri:
 
Oldukça uzun zamandan beri, eskiden beri.”Öteden beri sevmem ben onu.” 

Ötesi çıkmaz sokak:
 “
Takip edilen yol yanlıştır, bu yolla bir yere gidilemez, sonuç alınamaz, bir yere kadar gidilir ama daha fazla gidilemez” anlamında kullanılır. 

Özenip bezenmek: 
Çok özen gösterip titizlikle, ayrıntılarına varıncaya değin ele almak. 

Özrü kabahatinden büyük: 
Bir kabahat için özür dilerken daha büyük bir kabahat işleyen kimse için söylenir. 

Özür dilemek:
 
1. Yaptığı bir yanlıştan ötürü affedilmesini istemek. 
2. Özrünü ileri sürerek yapılması kendinden istenen işi yapmamak, bundan bağışlanmasını istemek.”Özür dilerim, ben o kovayı taşıyamayacağım.”

Özü sözü bir: 
Düşünceleri, söyledikleri ve yaptıkları bir olan, ne düşünüyorsa onu söyleyen, içi dışı bir olan kimse.”Özü sözü bir olan insanlara rastlamak gittikçe zorlaşıyor.”
 
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol